Zuhal KOÇKAR
Köşe Yazarı
Zuhal KOÇKAR
-
 

Çocukluğumda bayram sevinci

Biz çocukken sevinecek ve mutlu olacak çok şeyimiz vardı. Bayramlarda alınan bir çift ayakkabı, gecelerce yatağımızın başucunda bayram sabahını bekler, rüyalarımızı süslerdi. Elini öptüğümüz büyüğümüzün verdiği mendile sarılmış bir simit parası için sevinçlerin en büyüğünü yaşardık. Sokaklarda dolaşır bayramlık ve şeker toplama yarışına girer, güvenle her kapıyı çalar, güler yüzle açılan kapılarda büyüklerimizin hatırını sorar gönüllerini alırdık. Yeni bir elbisemizin olması için bayramın gelmesini beklerdik. Bayramda giyilen o en güzel ve en yeni giysimizi giyebilmek için yeniden bir düğün veya misafirliğe gitmemiz ya da misafirin gelmesi gerekirdi. Yeni giysileri giyince dünyanın en güzel, en mutlu çocuğu oluverirdik. Okul önlüğümüzün ilk alındığı gün bilirdik ki en az kollar dirseğe gelecek kadar giyilecek. Küçük geldiği için mutsuz olmazdık. Çevremizdeki her çocuk gibi yenisi alınana dek sabretmek gerekirdi. Defterler temiz yapraklarıyla ertesi yıl kullanılmak üzere kaldırılır, çanta ve boyalar en az 2-3 yıl kullanılmak için temizce yazın sonunu beklerdi. Yakamız vardı bir de…. Kar gibi beyaz olması istenen ve sıkıldığımızda bir düğmesini açarak sallandırıp, güya isyanımızı büyüklere belli eden...  Öyle psiko-sosyal gelişim zararı ya da travma yaşamak yoktu bizim çocukluğumuzda. Bir vurdu mu bir de yer vururdu. Bir delici bakışla hemen susardık. Sessizce içimize akıttığımız gözyaşı kurumadan dışarıdan adımızı çağıran arkadaşımıza koşar, neşe içinde elimizde bir dilim ekmek üstüne sürülmüş salça eşliğinde evden uzaklaşırdık. Ne üzüntü ne keder ne de travma! Korku yoktu, kaygı yoktu, dışarıda oynadığımız sürede olabildiğince özgür, olabildiğince çocuk, olabildiğince güvenli olan dünyamızda akşamın alacakaranlığı çıkana dek enerjimizi atardık. Annemiz de de sanırım kaygı yok tu ki, ancak akşam babaların geliş saatinde NEREDESİN? diye kızgın sesini duyardık. Akşam yenilen yemekten sonra çaylar demlenir, ya komşuda, ya bahçede ya da sokakta masalar kurulup hep birlikte neşeli sesler arasında özgürce oyun saatinin gece yarısına kadar sürdüğü, iletişimin dibine vurulduğu saatlerin ardından yorgun ama bir o kadar huzurla uykuya gidilirdi. Ağlayan, kaybolmuş olduğu düşünülen bir çocuk görünce “sen kimin çocuğusun” diyen büyüklerimiz elimizden tutar, güvenle evimize götürürdü. Bir çocuğu kimin çocuğu olduğunu bilmeden ve düşünmeden kucağına alır severdi büyüklerimiz. Çocuklar sevilesi varlıklardı. Onların zarar göreceği düşünülmez, zarar vermek gibi bir niyet gözetilmez, yabancılardan zarar geleceği akıllara bile gelmezdi. Çocuğu sevilen büyükler gururlanırdı çocuğu sevildiği için. Ne psikolog, ne pedagog, ne çocuğun psikolojisi bozulacak diye korkan ebeveynlerimiz, ne çocuğumuzun psikolojisini bozarmayız nasıl davranmalıyım? diye sorabileceğimiz uzmanlar vardı. Öylesine büyür giderdik biz. Uzmanlara ihtiyaç yoktu. MUTLUYDUK… Sevilip sevilmediğimizi düşünmezdik bile… Büyüklerin hır gürlerine kafayı takmazdık. Çıktık mı dışarı; ver elini bahçe, sokaklar, yollar, yollarda oynanan kuka, beş taş, yakar top. Karnımız aç mı, tok mu, terledik mi, sıcak soğuk umurumuzda olmadan yorgun ve neşe içinde akşamın oluşuna hayıflanarak, büyüme telaşına kapılmadan, gelecek kaygısı taşımadan geçen günler yaşadık biz. Şimdiki çocuklara baktığımda enerjisini içine gömmüş, LGS, LYS, üniversite bitiminde devlet sınavı gibi kaygı içerikli sınavlardan oluşan bir hayat empoze edilen nesiller! Gelecek kaygısı, sınav stresi, komşu çocuğunu geçme telaşı. Yarış atına dönen, bir nefes alabilmek için üzerindeki yükleri atan ve tembel diye adlandırılan çocuklarımız, kendi hayatından ödün verip başarılı olabilmek, onay görebilmek, sevgi alabilmek için başarı şartına bağlanan, hayatını bu uğurda harcadığı için gurur duyduğumuz çocuklarımız!  Ve gelsin pedagoglar, gitsin psikologlar… Üstelik günlerini sağlıklı ve mutlu değerlerle dolduramadığı için mutsuzluğa mahkum olmasına rağmen 'ben deli miyim' diyen, psikologa gitmenin utancını yaşayan, kaygılarıyla sağlıklı olmayı başaran gençlerimizi TEBRİK ediyorum. İÇİMİZDEKİ ÇOCUĞUN BESLENDİĞİ NİCE BAYRAMLARA...
Ekleme Tarihi: 16 Haziran 2024 - Pazar
Zuhal KOÇKAR

Çocukluğumda bayram sevinci

Biz çocukken sevinecek ve mutlu olacak çok şeyimiz vardı. Bayramlarda alınan bir çift ayakkabı, gecelerce yatağımızın başucunda bayram sabahını bekler, rüyalarımızı süslerdi. Elini öptüğümüz büyüğümüzün verdiği mendile sarılmış bir simit parası için sevinçlerin en büyüğünü yaşardık. Sokaklarda dolaşır bayramlık ve şeker toplama yarışına girer, güvenle her kapıyı çalar, güler yüzle açılan kapılarda büyüklerimizin hatırını sorar gönüllerini alırdık. Yeni bir elbisemizin olması için bayramın gelmesini beklerdik. Bayramda giyilen o en güzel ve en yeni giysimizi giyebilmek için yeniden bir düğün veya misafirliğe gitmemiz ya da misafirin gelmesi gerekirdi. Yeni giysileri giyince dünyanın en güzel, en mutlu çocuğu oluverirdik.

Okul önlüğümüzün ilk alındığı gün bilirdik ki en az kollar dirseğe gelecek kadar giyilecek. Küçük geldiği için mutsuz olmazdık. Çevremizdeki her çocuk gibi yenisi alınana dek sabretmek gerekirdi. Defterler temiz yapraklarıyla ertesi yıl kullanılmak üzere kaldırılır, çanta ve boyalar en az 2-3 yıl kullanılmak için temizce yazın sonunu beklerdi. Yakamız vardı bir de…. Kar gibi beyaz olması istenen ve sıkıldığımızda bir düğmesini açarak sallandırıp, güya isyanımızı büyüklere belli eden...  Öyle psiko-sosyal gelişim zararı ya da travma yaşamak yoktu bizim çocukluğumuzda. Bir vurdu mu bir de yer vururdu. Bir delici bakışla hemen susardık. Sessizce içimize akıttığımız gözyaşı kurumadan dışarıdan adımızı çağıran arkadaşımıza koşar, neşe içinde elimizde bir dilim ekmek üstüne sürülmüş salça eşliğinde evden uzaklaşırdık. Ne üzüntü ne keder ne de travma!

Korku yoktu, kaygı yoktu, dışarıda oynadığımız sürede olabildiğince özgür, olabildiğince çocuk, olabildiğince güvenli olan dünyamızda akşamın alacakaranlığı çıkana dek enerjimizi atardık. Annemiz de de sanırım kaygı yok tu ki, ancak akşam babaların geliş saatinde NEREDESİN? diye kızgın sesini duyardık. Akşam yenilen yemekten sonra çaylar demlenir, ya komşuda, ya bahçede ya da sokakta masalar kurulup hep birlikte neşeli sesler arasında özgürce oyun saatinin gece yarısına kadar sürdüğü, iletişimin dibine vurulduğu saatlerin ardından yorgun ama bir o kadar huzurla uykuya gidilirdi.

Ağlayan, kaybolmuş olduğu düşünülen bir çocuk görünce “sen kimin çocuğusun” diyen büyüklerimiz elimizden tutar, güvenle evimize götürürdü. Bir çocuğu kimin çocuğu olduğunu bilmeden ve düşünmeden kucağına alır severdi büyüklerimiz. Çocuklar sevilesi varlıklardı. Onların zarar göreceği düşünülmez, zarar vermek gibi bir niyet gözetilmez, yabancılardan zarar geleceği akıllara bile gelmezdi. Çocuğu sevilen büyükler gururlanırdı çocuğu sevildiği için.

Ne psikolog, ne pedagog, ne çocuğun psikolojisi bozulacak diye korkan ebeveynlerimiz, ne çocuğumuzun psikolojisini bozarmayız nasıl davranmalıyım? diye sorabileceğimiz uzmanlar vardı. Öylesine büyür giderdik biz. Uzmanlara ihtiyaç yoktu. MUTLUYDUK… Sevilip sevilmediğimizi düşünmezdik bile… Büyüklerin hır gürlerine kafayı takmazdık. Çıktık mı dışarı; ver elini bahçe, sokaklar, yollar, yollarda oynanan kuka, beş taş, yakar top. Karnımız aç mı, tok mu, terledik mi, sıcak soğuk umurumuzda olmadan yorgun ve neşe içinde akşamın oluşuna hayıflanarak, büyüme telaşına kapılmadan, gelecek kaygısı taşımadan geçen günler yaşadık biz.

Şimdiki çocuklara baktığımda enerjisini içine gömmüş, LGS, LYS, üniversite bitiminde devlet sınavı gibi kaygı içerikli sınavlardan oluşan bir hayat empoze edilen nesiller! Gelecek kaygısı, sınav stresi, komşu çocuğunu geçme telaşı. Yarış atına dönen, bir nefes alabilmek için üzerindeki yükleri atan ve tembel diye adlandırılan çocuklarımız, kendi hayatından ödün verip başarılı olabilmek, onay görebilmek, sevgi alabilmek için başarı şartına bağlanan, hayatını bu uğurda harcadığı için gurur duyduğumuz çocuklarımız! 
Ve gelsin pedagoglar, gitsin psikologlar… Üstelik günlerini sağlıklı ve mutlu değerlerle dolduramadığı için mutsuzluğa mahkum olmasına rağmen 'ben deli miyim' diyen, psikologa gitmenin utancını yaşayan, kaygılarıyla sağlıklı olmayı başaran gençlerimizi TEBRİK ediyorum.

İÇİMİZDEKİ ÇOCUĞUN BESLENDİĞİ NİCE BAYRAMLARA...

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.