Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük ile süt, süt ürünleri ve besi hayvancılığı üzerine çok güzel bir sohbet gerçekleştirdik.
Birleşmiş Milletler tarafından “En iyi kırsal kalkınma” modeli seçilen Tire Süt Kooperatifi dünyaya örnek olmuş bir kuruluş.
Son aylarda artan döviz fiyatları ve diğer girdilerdeki artış Eskiyörük’ü de korkutmaya başlamış. Hele ithal yeme dayalı beslenme Başkan Mahmut Eskiyörük’ün tüylerini diken diken ediyor. “Ya bir gün yem ithal edemezsek bu binlerce hayvanı nasıl besleriz" duygusu uykularını kaçırıyor.
Bu röportajı okuduğunuzda siz de benim gibi “ne oluyoruz, nereye gidiyoruz” diyeceksiniz.
E.Y.: Türkiye'de birçok çiftçi eylem kararı aldı, kendi aralarında da örgütleşerek çağrı yapıp, birkaç gün süt satmama eylemi içerisindeler. Siz de katılıyor musunuz, bu konuda ne söylemek istersiniz?
M.E.: Öncelikle biz bu noktaya neden geldik. Tarım bizim geleceğimiz ve Türkiye'nin en büyük kalkınma şansı. Dünyada önemi her geçen gün artıyor ve bu Türkiye için aslında bir fırsat. Çünkü iklim koşullarıyla müthiş bir potansiyele sahip ülkeyiz. Ne yazık ki utanıyorum. 84 milyon insanın fazlasını doyuracak bir Anadolu var elimizde. Ancak Türkiye artık, insanların da ineklerin de karnını ithalle doyurmaya başladı.
Türkiye tarımda bir politika oluşturamadı, yolunu belirleyemedi. Ben 33 yıldır bir kavga veriyorum. Kooperatifçiliğin Türkiye'nin bünyesine uygun olduğunu, konunun sadece ekonomik değil, sosyo-ekonomik bakılması gerektiğini söylüyorum. Türkiye'nin büyük bir çoğunluğunun küçük aile işletmeleriyle sürdürüldüğünü, onların tasfiye edilip 'tarımı şirketler yapsın' diyen bir zihniyet var. Bu modelin Türkiye için tehlikeli olduğunu söylüyorum. Tabii ki ölçek büyük olmalı ama küçükleri yok ederek değil de kooperatifçilik çatısı altında birleştirerek, büyük ölçek haline getirip sürdürülebilirliğini sağlayalım. Anadolu yapısını bozmayalım diye haykırıyorum.
Anadolu'yu dolaşıyorum, Türkiye'nin dört bir yanından konferans vermem için üniversiteler, kalkınma ajansları, belediyeler davet ediyor. Buraya geliyorlar, artık model olarak Türkiye'nin gündemine oturduk. Türk tarımında bir enfeksiyon var. 40 yıllık çiftçiyim bugüne kadar aspirinle tedavi edilmeye çalışıldı. Köyleri dolaşıyorum, her akşam köylülerle sohbet ediyorum inanın şu an bir facia yaşanıyor. Türk çiftçisi 40 yıldan bu yana ilk defa bu denli bir kriz yaşıyor. Çünkü sadece yem fiyatlarının artması değil, üreticinin girdi maliyetleri, gübre, yem fiyatları yüzde 45, akaryakıt 35 arttı. Girdi maliyetlerinde yüzde 45-50 artış olurken, sütün artışı yüzde 14'te kalınca üretilemez hale geldi. Bu sadece çiftçimizin sorunu değil. Bu 84 milyonun sorunu. Çünkü biz üreticiyi kurtaramazsak, tüketiciyi de kurtaramayız. Kendi üreticimiz üretemez hale gelirse, kendi değerlerimize sahip çıkamazsak, o zaman bunu ithalatla kapatmak zorunda kalırsak yabancı çiftçileri sevindiririz.
E.Y: İneklerin kesime gittiğini, çiftliklerin satışa çıktığına dair siz eylül ayından uyarılarınızı yapmışsınız. Şuandaki durum nedir?
M.E.: Tarımı yaşamayan anlayamaz. Tarımı yaşamak gerekiyor, tarımı kitaptan öğrenemezsiniz. Tarımı masa başında sorunları tespit edip çözemezsiniz. Ben kendim de üreticiyim, tarlada çalışan üreten bir insanım. 2008'de bir facia yaşadık. 1 milyona yakın ineğimiz kesildi, sonra Türkiye 3 milyar dolarlık Amerika'dan düve ithal ederek açığı kapattı. Müdahale edilmedi, seyirci kalındı. Şimdi daha büyüğünü yaşıyoruz. 2008'de bir eylem yapmıştım. Masaya yumruğu vurdum, dayanamadım artık o duruma Tire'de 15 bin kişiyi topladım. Köylüler diyor ki; “Başkanım bizim sahibimiz yok”. Şu anda Türkiye'de çiftçiyi ağzına alan bir siyasetçi yok, mecliste çiftçi yok., çiftçinin örgütü yok. Onlarca örgüt var ama hiçbiri çiftçi değil. En büyük örgüt ziraat odaları, genel başkanın umurunda mı, adamın tarımla ilgisi yok ki. Adam Ankara'da oturmuş, saltanat sürüyor. Halbuki bugün ziraat odalarının ortalığı ayağa kaldırması lazım.
Geleneksel 4 Eylül Kortejinde Tire Süt Kooperatifi
E:Y: Süt üreticilerinin yapacağı eylemle ilgili ne düşünüyorsunuz?
M.E.: Ben eylemin yapılmasından yana değilim. Ama mecbur kalınırsa, eğer biz kendimizi anlatamazsak yapılacak. Her gün anlatıyorum ‘Durum bu diyorum. Tehlike var, facia yaşanıyor, üretici ineklerini kestiriyor, mezbahalar inek dolu, seyirci kalmayın” diye bas bas bağırıyorum. Ama halen seyirci kalınırsa, o zaman bu insanlar çaresizlikten bunu yapmak zorunda kalacak. Bu eylem bir siyasi eylem değil ki, aslında bir hak arayışıdır. İnsanların ekmeğini elinden alırsanız, nasihatla kandırarak yapamazsınız artık, iş patlama noktasına geldi. Yazık bu ülkeye, Türkiye'ye yakışmıyor.
E:Y: Sizin ana hammedde girişiniz süt ve et. Buna kendi üyeleriniz vasıtasıyla kolay erişiyorsunuz. Maliyetleri dengelemek bir anlamda sizin elinizde. Fakat bunun dışında sizin başka girdileriniz de var. Diğer tedarik maddelerine ulaşmada sıkıntı başladı mı?
M.E.: Başladı, yurtdışından alınan ürünler temin edilmediği için üretim yapamayanlar var. Biz bile korku içindeyiz. Ambalaj bulamazsak, sütü tüketiciye nasıl sunacağız diye. İnsanlarda korkudan bir de 2-3 ay sonra bulamazsam diye stok başladı. Herkes panik, kaygı, korku içinde. İnsanımız umudunu kesmiş. Bu çok tehlikeli, o kadar çok karamsarlık var ki. Birkaç ay sonra ne olacağını bilmiyoruz, korkuyoruz.
Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük Alaylı Köyünde
E.Y.: Başkanım diyelim ki peyniri, yoğurdu üreteceksiniz ama dışarıdan ambalaj, kap bulamadığınız için piyasaya veremeyecek misiniz?
M.E.: Evet bu sıkıntı bazı firmalarda başladı. Biz de şu an aynı korkuyu yaşıyoruz. Zaten tüketici ürünler çok pahalı diye bağırıyor ya, aslında bu fiyat artışını sağlayan hammaddeden kaynaklanıyor. Diğer girdilerden yani ürünün ambalajındaki artışlar, 2-3 ay içerisinde yüzde yüzün üzerinde artışlar olmuş, raflara yansımasının nedeni de o. Bir de ürün pahalı değil. 40 yıllık çiftçiyim et tarihinin en ucuz fiyatı. Süt pahalı değil. Sorun nerede biliyor musunuz, halkın alım gücü azaldı. 30 yıl önce 1 kilo et kadın işçi yevmiyesiyle eşitti. Aslında etin 100 TL'nin altında, sütün 5 TL'nin altında olmaması gerekiyor. Ama bu fiyatlarla bile insanlar tüketemez hale geldi.
Asgari ücret 5 bin TL olsa, herkes et süt pahalı der mi? Fatura hep üreticiye kesiliyor. Aslında biz o faturayı üreticiye yüklemekle kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz, bindiğimiz dalı kesiyoruz. Türkiye'nin karnını doyuran çiftçi. Siz sofranıza bakın bakalım ne göreceksiniz? Hepsini çiftçi üretiyor. Bu insanlara biz ürettirmek zorundayız, mecburuz. Dünyada ucuz diye almaya kalkarsak, ondan sonra da bağımlı kalırız, Türkiye ekonomisi çöker, Türkiye çöker. Ben bir kavga veriyorum Erol Bey, hayatımı adadım.
E:Y: Neyin kavgasını veriyorsunuz?
M.E.: Türkiye'deki bu yapısal sorunların kooperatifçilikle çözüleceğini iddia ediyorum. Biz bunu somut olarak elde ettiğimiz sonuçlarla kendimizi kanıtladık. Bir reçete yazdık. Türk tarımında politika ne olmalı? Tire Süt Kooperatifi modeli, devlet politikası haline getirilmeli. Peki biz ne yapıyoruz, sütü ve eti üretiyoruz, işliyoruz, pazarlıyoruz. Parayı ortadan kaldırdık. Ortağımızın cebinden beş kuruş para harcamadan, tarlasının çiftliğinin, evinin tüm ihtiyaçlarını toplu alımla daha uygun fiyata karşılıyoruz. Örneğin 50 kuruş ucuz mazot veriyoruz, akaryakıt istasyonumuz var. Dışarıdan kazandığımız parayla onların girdi maliyetlerini düşürüyoruz. Tam 62 köye soğutma tankı kurduk, sütün kalitesini iyileştirdik. Küçük üreticinin sütünü AB standartlarında gıda güvenliğini sağladık. Laboratuvarımız var, sütleri tek tek kontrol ederek alıyoruz. Organize sanayide günde 100 ton süt işliyoruz. Bölgenin en modern et tesisini kurduk.
Bakın bunlar neler kazandırıyor? Şu anda günde 20 ton et işleyecek tesis kurduk. Ortaklarımızın danalarını sağlık kontrolü yaparak alıyoruz. Güvenli gıda açısından hem tüketiciyi koruyoruz hem de piyasayı regüle ettik. Bu bir kalkınma modeli. Küçük üreticiyi en son teknolojik makinelerle buluşturduk. Ben sonuç odaklı bir adamım. Tire'de 50 ton süt vardı 700 ton oldu, işletmeler büyüdü. Üreticinin süt verimini, kaliteyi arttırdık. En önemlisi artık bizim ortaklarımızın çocukları “Ben de babam gibi çiftçilik, hayvancılık yapacağım” demeye başladı. Üniversite mezunu çocuklar kendini güvende hissediyor, Tire'de göç durdu.
Tire Süt Kooperatifi Bayramlaşma
E.Y.: Siz tarıma dayalı sanayinin en güzel modelini Tire'de uyguladınız. Çiftçinin bir anlamda sanayi ayağına gelmiş durumda ve köylü yaşadığı yerde ailesiyle mutlu. Yıllardır sizi örnek alıp da Anadolu'da bir ikincisi, üçüncüsü kurulmadı mı?
M.E.: Yeni başladı, şöyle bir adım attık. Bütün Anadolu'yu dolaşıyorum ve çağrıda buluyorum. Devlete diyorum ki yol haritamız şirketleşme, tekelleşme değil, kooperatifleşme olmalı. Türkiye'deki bütün belediye başkanlarına diyorum ki; sizin göreviniz sadece konut alanı içindeki işleri yapmak değil. O kentin kalkınması, gelişmesi, sizin göreviniz. Tarım bakanına; kalkınmayı en uzak yerden başlayın. Kırsalın sorunlarını çözmeden, kentlerin sorunlarını çözemezsiniz diyorum. Siz de tarımla ilgili olun. Her belediye başkanı tanzim satış yeri açsa, bu ürünleri sadece kooperatiflerden alsa, üretici desteklenir. Tüketici hem güvenli gıdaya hem de daha uygun fiyata gıdasını sağlayabilir. Kooperatifçilik tetiklenir, hem alın teri döken, emek harcayan insanlar kazanır. Tire'de İzmir Büyükşehir Belediyesi bize büyük destek verdi. Destek derken para vermedi, bizim marka olmamızı sağladı. Oradan aldığımız destek, 2 bin tane insanın lokmasını büyüttü. O insanlara burada gelişmeyi sağladı. Bu devletin bir politikası olmalı. Hem üreticiyi sömürüden kurtaracak, hem o insanların yerinde yaşamalarını sağlayacak. En doğru model budur.
E.Y.: Ben işletmelerinizi aile olarak kabul ediyorum. Kaç aileniz var?
M.E.: 2100 üyemiz var, 480 çalışanımız oldu.
E.Y.: Günde kaç ton süt alıyorsunuz?
M.E.: Günde 250 ton süt alıyoruz. Maalesef şu anda düştü, üretici hayvanların yemini yarı yarıya azalttı. 280 ton iken 1-2 ay içerisinde 30 ton süt azaldı. İnsanlar ineklerini kestirmekten ve hayvanların yemini verememekten dolayı üretim düşmeye başladı. 100 ton sütümüzü fabrikamızda işliyoruz, 100 ton da sanayicinin çiğ sütü azalıyor, 25 ton da İzmir Büyükşehir Belediyesi adına İzmir merkezinde 6 ilçede evlere süt dağıtıyoruz.
E.Y.: Aziz Kocaoğlu'nun yaptığı 'Süt Kuzusu' projesi vardı. Daha sonra Tunç Soyer'in eşinin Köy-Koop'una geçti. Bu durum size bir zarar verdi mi?
M.E.: Bizden sütü azaltması zarar vermedi Erol Bey. Hiç alınmasa da zarar vermez, Tire Süt Kooperatifi kendi ayakları üzerinde yürür. Ama o proje yıkıldı. Aziz Başkan’la biz 12 yıl önce yola çıktık. Benim hiçbir siyasi beklentim yok, siyasetle de işim yok. Biz bir hayal kurduk. İzmir'de kalkınma modeli yaratalım diye. Her ilçeyi bir üründe marka yapmak üzere yola çıkıldı. Bayındır çiçeğiyle, Ödemiş Bademli beldesi fidanıyla marka oldu. Sırasıyla Bergama’da kooperatifi destekleyip bergama tulumu yaratıp, Türkiye'nin raflarına koyalım derken belediyede görev değişikliği oldu. Şimdi daha kooperatifçiliği savunan, kooperatifçilikten bahseden Tunç Bey, o modeli değiştirdi. Aynı bugün 40 yıldır hükümetlerin yaptığı uygulamayı başlattı. “Ben 5 kooperatifi değil 105 kooperatifi destekleyeceğim” deyip yardıma dönüştürdü. Süt üretimini bir kooperatiften değil, her kooperatiften az az alacağım diyerek, Kınık'tan, Bergama'dan, Kiraz'dan parça parça süt alarak Köy-Koop bunları belediyeye satıyor. Bu aslında bir destekleme değil, kalkınma modeliydi bizim başlattığımız. Ama o yıkıldı artık. Belediyelerin kooperatiflere yardım politikasına dönüştü.
Tire Süt Kooperatifi'nde Drone ile İlaçlama Devri
E.Y.: İnekler ithal yemle doyuruluyor dediniz. Her şeyin temel girdisi yem. Türkiye, yem konusunda ne kadar dışa bağımlı?
M.E.: Erol bey pamuk gitti, bütün dengeler bozuldu. Pamuk öyle stratejik bir üründü ki, Türkiye'deki dengeyi sağlıyordu. Biz tekstilde dünyada söz sahibi bir ülke olmuştuk. Elyafından iplik, kumaş, kıyafet yapıp ihracat yapan bir Türkiye vardı. Pamuğun çekirdeğini sıkıp insanların mutfak ihtiyacını karşılıyordu. Posasından küspe elde edip ineklerimizin proteinini karşılıyorduk. Pamuk küspesi en iyi protein kaynağıdır. Çekirdeğinin kabuğundan da samanın içine karıştırarak, hayvanlara veriyorduk, saman açığımız olmuyordu. Şu an Türkiye 2 milyar dolar civarında soya ithal ederek ineklerin proteinini ithalatla karşılıyor. Yem çuvalının içindeki hammaddelerin yüzde 65'i ithal. Dolar arttığı an yemciler fiyatları hemen yükseltiyor. Sizin de fabrikanız var siz de artıracaksınız çünkü ithal ediyorsunuz bunu. Halbuki üretici sütünü dövizle mi satıyor? Biz de sütümüzü satarken süt 50 cent diye satsak o zaman ben hiç etkilenmem. Benim bütün girdilerim, hayvanların yemi dahil her şeyi döviz kurunda alacağız, ama ben sütü satarken TL olarak satacağım. Bu dayanılmaz. Artışlar katlana katlana gidiyor, bunun karşısında artık bizim tahammül gücümüz kalmadı. Ama bu bizim işimiz değil, ben ticari kuruluşum, kooperatif başkanıyım. Türkiye'de sorumlu olan örgüt liderleri var, ne yapıyor bunlar? Üretici sahipsiz durumda.
E.Y.: Pandemi dönemi geçirdik, ülkeler ellerindeki sahip oldukları bazı ürünleri satmama kararı aldı. Sonuçta kendi toplumlarını düşündü. Diyelim ki dünya bundan daha kötü bir tabloyla karşılaştı ve biz yemi ithal edemedik. Paramız da var ama satmıyorlar. Peki hayvanlarımızı nasıl besleyeceğiz, ne yapacağız?
M.E.: Türkiye şu anda böyle bir tehlikenin içinde. Bu tehlikeye girilmesi 1980'den sonra başladı. Yanlış politikalar, işbirlikçi ben işbirlikçi diyorum ekonomistler, 80'li yıllarda hükümeti öyle yanlış yönlendirdiler ki, ‘Dünyada daha ucuz ise üretmeyelim alalım’ dediler. Ben bunu kendim duydum. Dünyada ürünün tonu 200 TL iken, biz üreticiye neden 300 TL veriyoruz diye diye Türkiye bu bataklığın içine sürüklendi. Şu anda Türkiye hayati tehlike altında. Pandemi döneminde bizim bunu anlamış olmamız gerekiyor. Türkiye'nin geleceğini yok edecek olan en tehlikeli politika budur. Yabancılara milyar dolarla para vereceğimize, bu parayı doğru bir şekilde değerlendirebiliriz. Yalnız yardım ederek, sadaka verir gibi değil… Ben şu anda tarım bakanı olsam çiftçiye beş kuruş para vermem. Elimdeki kaynakla onlara para kazandırmaya çalışırım, üretimi planlarım. Türkiye'nin en büyük sorunu plansız üretim. Türkiye doğru bir tarım politikasıyla, bu kaynaklarını, kendi üreticisini desteklese; biz iki tane Türkiye doyururuz. Dediğiniz gibi Rusya vermiyorum dese ne yapacağız? Soya alamazsak ineklerimizin proteinini karşılayacak hiçbir hammaddemiz elimizde yok. Buna bir dur demek gerekiyor.
E.Y.: Tarım Bakanı bu feryatları duymuyor mu? Sesinizi ulaştıramıyor musunuz, başka bir Türkiye mi algılatılıyor?
M.E.: Ben de bunu anlayamadım. Donanımı olmayan insan, bilgisi olmasa bile aklı olmayan insan tarım bakanı olur mu? En azından bunu görmemek mümkün değil, herkes bunu görebiliyor. Şu an ne yapılmak istendiğini hala anlayabilmiş değilim. Herhalde bu durumda küçük üretici tasfiye edilmek isteniyor. Dünyada kapitalizmin vahşileştiği bir süreç yaşıyoruz. Güçlüler zayıfları yaşatma şansı bırakmadı. Türkiye'nin bünyesi buna uygun değil.
E.Y.: Diyelim ki bunu başardılar. Ama içerideki özkaynaklarına dayalı bunun girdilerini üretemezsen istediğin kadar 1 milyonluk inek çiftliği kur yem bulamadıktan sonra...
M.E.: Neyle doyuracaksın. 2013 yıllarında 0 faizli, 2 yıl ödemesiz büyük paralar verildi bu şirketlere. Müteahhitlere, doktorlara, sanatçılara çiftlikler kurduruldu. Bunların yüzde 70'i kapandı, sürdüremediler. Benim bir sözüm var tarım yapmayan, hayvancılık yapamaz dedim. Örnek olarak evinde herkesin mutfağı var, yemek yapıyor. Bir çalışan sabah, öğle, akşam lokantadan yemek yerse maaşı yeter mi? 15 gün bile yetmez. Aynı şekilde tarımla hayvancılığı birbirinden ayıramazsınız. Doktor para biriktirmiş, canı sıkılmış beyefendinin 500 başlık çiftlik kurmuş, hiçbir dönüm tarlası yok, tarımla ilgisi yok. Hobi değil bu iş. Hayvancılık akvaryumda balık beslemeye benzemez.
E.Y.: Dünyada süt tüketimi 100 lt., Türkiye'de bu rakamın 30 lt. olduğunu söylediniz. Masanın bu tarafına da baktığımız zaman, bu şartlarda artan rakamlarla nasıl süt tükettireceğiz?
M.E.: Bu bir kültür. Birincisi alım gücünden dolayı tüketim düşüyor, iki fazlalık oluşuyor. Fazlalık oluştukça arz fazlası üretimden dolayı piyasa çöküyor, üretici zarar ediyor. Üretemez hale geliyor, para kazanamayınca ineğin yemini azaltıyor. Makine değil ki bu, hayvanın üreme kabiliyeti azalıyor, sağlık sorunları artıyor. Peki çözüm ne? Fazlalığımızı ihracat yaparak talep yaratmak. Türkiye, sütünün yüzde 90'ını dünyaya ihracat yapamaz, çünkü kalıntı var. Bölgede sütü kontrol ederek yapan süt tüccarı yok.
E.Y.: Kalıntı dediğiniz nedir?
M.E.: Mesela süt antibiyotikli. Siz bir ineğe antibiyotik yaptığınız zaman o hayvanın sütü, antibiyotiğin niteliğine göre 3-7 gün kullanılmaması, imha edilmesi gerekiyor. Siz bu sütten peynir yaparsanız dünyaya satamazsınız. Bu peynirler geriye gelir. Bizim ürünlerde kalıntı yok.
250 ton sütümüzün hepsini tek tek gidip süte bakıyoruz, antibiyotikli değilse alıyoruz. Laboratuvarımızda sütlerin, yağsız kuru madde, yağ, protein, somatik bakteri sayımlarını yapıp, sütün fiyatını diğerlerine göre belirliyoruz. 3,10 kuruş, 3,20 kuruş ödediğimiz ortağımız var. Ortaklarımız da 3-5 kuruş daha fazla yüksek alabilmek için sağım sistemlerini pırıl pırıl yapıyorlar, dikkat ediyorlar. Tire Süt Kooperatifi’nin sütünün tamamı ihracata uygun, hiçbiri geri gelmez. Ama yapamıyoruz çünkü yetiremiyoruz. Yoğurtta Türkiye'nin talebinin yarısını karşılayamıyoruz. Türkiye'nin dört bir yanından bizim yoğurdumuzu istiyorlar. Bizim müşterimiz orta yaş üstü, eğitimli insanlar. İzmir'deki doktorlar, öğretmenler yani eğitimli insanların yüzde 90'ı bizim üründen başka ürün almıyorlar. Çünkü bizim yoğurdumuz ekşiyor, sulanıyor. Tereyağımız küfleniyor, bizim tereyağımız son kullanma tarihinin ertesi günü küflenir. Çünkü koruyucu, hiçbir kimyasal koymuyoruz. Et ürünlerimiz, kavurmamız dahi sağlıklı hayvanın etinden yapılıyor.
Tire Süt Kooperatifi Modeli Kitap Oldu
E.Y.: Bu kadar olumsuzluğa rağmen ürün çeşitlerinizi arttırmaya devam edecek misiniz?
M.E.: Dondurmada mükemmel bir ürün yaptık. Dünyanın en iyi inciri Tire'dedir. Kestanesi, karadutu var. Şimdi incirli ve cevizli dondurma yaptık. Bizim köylümüz çalışıyor, üretiyor. Kestanesini çuvallarla satıyor, aslında bunların hepsini işleyip katma değerli ürüne dönüştürüp, paketleyip de raflara koysak var ya olukla para akar. Önce biz bu insanların ekonomisini düşünmeliyiz. Mesela Tire'de hayvancılığın merkezinde mezbaha yok. Bunun yanı sıra paketleme tesisi, soğutma tesisi yok. Tire'ye ikinci stadyum yapıldı. Burada bütün mesele kaynakları doğru kullanmak. Benim bir anlayışım vardır; önce ekonomi. Eğer sizin evinizde ekonomik sorununuz yoksa mutluluk vardır. Yüzde 90 mutluluğu sağlayan ekonomidir. Ama cebinizde para yoksa, borcunuz varsa eşinize tuzluk neden konmadı sofraya diye kavga çıkarırsınız.
Artık her şey politikalarda. Türkiye'de bu işi düzeltecek olan kimdir, siyasetçilerdir. Nerde benim siyasetçilerim ya... Ama seçimler yaklaşınca hepsi ortaya çıkacaklar. Şu an benim karşıma milletvekili gelmeli. Mahmut Başkan, sen kendini Türkiye değil, dünyaya kanıtlamış birisin, bu tarım sorunlarına nasıl çözüm bulabiliriz diye.
Erol Bey esas tehlike sularımız gitti. Su sorununu çözmezsek süt 5 TL olsa ne olacak?
E.Y.: Hayvanları taşıma suyla beslediğinizi söylüyorsunuz, bu boyuta geldi mi?
M.E.: Organize sanayide iki tane fabrikamız var. İnanın Tire'ye bir gelin, durum içler acısı. İki tane tankerle 24 saat su taşıyarak o fabrikaları çalıştırdım. Taşıma suyuyla değirmen döndürüyoruz burada, ya bir allahın kulu görmüyor mu?
E.Y.: Bir dokun bin ah işittik Mahmut Başkan, aynen öyle oldu. Geleceğe nasıl bakıyorsunuz?
M.E.: Bu durumu Türkiye'ye yakıştıramıyorum. Türkiye varlık içinde yokluk yaşıyor. Bugün bu sorunlar bir kader değil. Ama hiçbir zaman umudumu yitirmedim, her şeyin bir çözümü vardır. Çünkü bizim Anadolu'nun müthiş bir zenginliği var. Yeter ki doğru kullanalım, doğru bir politikayla kısa zamanda biz bu sorunları aşarız.