Deprem sonrası 'uykusuzluk' kabusu
Deprem sonrası 'uykusuzluk' kabusu
TÜRKİYE Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu'nun (TÜBİTAK) çağrısıyla deprem bölgesinde gelişebilecek sağlık sorunlarına ilişkin araştırma yapan Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi'nden 3 akademisyenin çalışmasında, depremzedelerde afet sonrası en çok uykusuzluk problemi geliştiği belirlendi.
Dr. Öğretim Üyesi Tuğba Bilgehan, "Sıklıkla uyku sorunlarının ortaya çıktığını, çadırlarda yas olması nedeniyle kişilerde uykusuzluk, uykuya dalmada güçlük, kabus görme gibi sorunlar olduğunu tespit ettik. Yine deprem sonrası artış gösteren önemli semptomlardan bazıları kabızlık, ishal, baş ağrısı, iştahsızlık, çabuk yorulma" dedi.
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü akademisyenlerinden Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Bilgehan'ın yürütücülüğünü yaptığı, Araştırma Görevlileri Ayşegül Akca ve Perver Karşıgil'in saha araştırmacısı olarak yer aldığı 'Depremzede Bireylerde Kronik Hastalıkların Epidemiyolojisi, Semptomların Tespiti, Sağlık Gereksinimleri ve Baş Etme Stratejilerinin Belirlenmesi' projesi, TÜBİTAK'ın '1002-C Doğal Afetler Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı' kapsamında kabul edildi. Proje ekibi, saha çalışmaları kapsamında deprem felaketinin 16'ncı gününde çadır kentlerde kalan yaklaşık 700 depremzede üzerinde afet sonrası oluşan sağlık sorunlarına ilişkin veri topladı. Kahramanmaraş, Hatay ve Osmaniye'de yaklaşık 10 gün kalan ekip, sahada edindikleri bilgileri TÜBİTAK'a sundu. İleride yaşanabilecek depremlerde de bilgi amacıyla kullanılacak verilerin bulunduğu projenin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a sunulduğu ve kıymetli bulunduğu bildirildi. Ayrıca bölgede yapılan analizler sonucu sağlık alanında yaşanan aksaklık ve materyal eksiklikleri TÜBİTAK tarafından yetkili kurumlara bildirilecek.
'DEPREMZEDELER KENDİ HASTALIKLARINI UNUTMUŞ'
Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Bilgehan, projeye ilişkin DHA'ya yaptığı açıklamada, "TÜBİTAK'ın doğal afetlere ilişkin proje çağrısı sonucu başvuru yaptık, projemiz kabul edildi. Depremden etkilenen bireylerde kronik hastalık epidemiyolojisi, sağlık ihtiyaçların belirlenmesi ve aynı zamanda depremzedelerin bununla nasıl baş ettiklerinin tespiti, projemiz kapsamındaydı. Öncelikle biz çadır kentte yaşayan bireyleri ziyaret ettik. Burada kronik hastalıkların ne sıklıkla görüldüğünü, hangi hastalıkların olduğunun tespitini yapmak istedik. Ön bulgular ışığında şunu söyleyebilirim; ülkemizde sıklıkla görülen başta diyabet olmak üzere hipertansiyon, solunum yolu hastalıkları, astım, kalp yetmezliği, kas-iskelet hastalıklarının en önce görüldüğünü tespit ettik. İnsanlar çadırlarında hem yas yaşadıkları için hem depremden etkilendikleri için bir travma ile birlikte hastalıklarını unutmuş. Biz onlara bir hatırlatma vermiş olduk, kronik hastalıklarının farkına varmış oldular. Bazı ilaçları almayı unutmuşlardı, bizim onlara verdiğimiz bilgilerle birlikte yeniden bir olumlu yönelimde bulunmuş oldular" dedi.
'SIKLIKLA GÖRÜLEN SEMPTOMLAR UYKUSUZLUK, İSHAL, KABIZLIK'
Deprem bölgesinde semptom yönetimi ve semptom kontrolü de yaptıklarını belirten Tuğba Bilgehan, "Depremden sonra sıklıkla görülebilecek olan 30 semptom belirledik. Deprem öncesi, deprem sonrası ve ne kadar arttığına yönelik bir çalışma yaparak veriler topladık. Elde ettiğimiz bilgilere göre yine sıklıkla uyku sorunlarının ortaya çıktığını tespit ettik. Burada insanların alışık olmadığı bir alanda yaşamaları, çadır kent koşulları, bununla birlikte yine çadırlarda yas olması nedeniyle kişilerde uykusuzluk, uykuya dalmada güçlük, kabus görme gibi sorunlar olduğunu belirledik. Yine deprem sonrası artış gösteren önemli semptomlardan bazıları kabızlık, ishal, baş ağrısı, iştahsızlık, çabuk yorulma gibi semptomlardı. Bunların yine çadır kentin şartlarına bağlı oluşan semptomlar olduğunu düşünmekteyiz. Deprem ile baş etme stratejisini, 3 alt boyutta ele aldık. Manevi alt boyutu vardı, olumlu yönden ele alma ve sosyal destek arama boyutları bulunmakta. Burada her 3 boyutun da gerçekten yüksek puanlar aldığını fark ettik. Bu durum aslında belki insanların mücadeleye olumlu yönden bakarak ve depremin zorluklarına rağmen mücadele ederek, aynı zamanda maneviyatlarını kuvvetlendirerek baş ettiklerini gördük" diye konuştu.
'ÖKSÜRÜK VE NEFES DARLIĞINDA ARTIŞ VAR'
Bilgehan, çalışmanın ön analizlerine ilişkin de "Bizim projemiz aslında bir tespit projesiydi. Çadır kentteki koşulların sağlık durumlarını nasıl etkilediğini, hangi kronik hastalıkların ağırlıkta olduğunu, hangisinin onlarda artış gösterdiğini tespit etmek istedik. Kronik hastalık yönetimi, normalde de çok kolay olmayan bir süreçtir. Kısa eğitimler yaptık ve bunların da çok hızlı olumlu dönüşü olduğunu fark ettik. Çadır kentleri gezerken girdiğiniz andan itibaren zaten yoğun soba kokusu, hava kirliliği göze çarpan nitelikteydi. O zamanlar hava da oldukça soğuk ki insanlar ısınmak için sobaları yakmak zorundaydı. Yalnız bu gözde yanma, solunum hastalığı ve solunum yolu hastalığı olan bireyleri olumsuz yönde etkilemekteydi. Çalışmamızda kronik hastalıklarda, öksürükte artış göründüğünü, nefes almakta zorluğun sıkla yaşandığını gözlemledik. Kanser olan, çok yaşlı olan bireyler, kendi yatağında yatması gereken kişiler vardı. Havalı yatakları bulunması gereken kişiler vardı. Özel materyale ihtiyacı olan bireyler vardı. Felçli olan bir hastanın çadır şartlarında yaşaması zorlu olacaktır. Konteyner kentler için bu kişilere öncelik tanınması gerektiğini gördük" ifadelerini kullandı.
'GENÇLERİN GELECEĞE YÖNELİK DESTEKLENMESİ GEREKİYOR'
Proje kapsamında saha çalışmalarında yer alan Arş. Gör. Ayşegül Akca da depremzedelerin kendilerini güçlü durmak zorunda hissettikleri için üzüntülerini aileleri ile paylaşmayı tercih etmediklerini, birçok kişinin ilk defa kendileri ile konuşarak, ağladığını söyledi. Akca, "'Ankara'dan mı geldiniz' diyerek birçok kişi bizim orada olmamız nedeniyle duygulu anlar yaşadı. Bu olayla birlikte orada olabilmek, insanlara yardımcı olabilmek ya da onların sağlık durumlarını tespit etmek hepimizin ruhuna iyi geldi. Araştırma kapsamında olmayan pek çok kişiyle ilgilendik. Örneğin; 18 yaşındaki bir erkeğin bu süreçte idrar yolu enfeksiyonu belirtileri gösterdiğini ancak bunun ne olduğunu anlamlandıramadığını gördük. Onlara eğitim verdik, neler yapabileceklerini anlattık. Onlara psikolojik olarak da destek vermeye çalıştık. Yalnız olmadıklarını hissetmeleri için buraya gelemese bile bölgede olmak isteyen herkesin selamını götürdük. Bu onlara iyi geldi. Hatay'da gençleri çok fazla gözlemleme fırsatım oldu. O yüzden açıkçası gençlerin geleceğe dair ümit içinde desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum" dedi.
'ENGELLİLERİN ÇADIR KENTTE BAKIMI ÇOK ZOR'
Arş. Gör Perver Karşıgil de sahaya giderken pek çok kaygıları olduğunu belirterek, "Bireylerin kayıpları vardı, göçük altında kalan yakınları vardı. Psikolojik olarak zorlu bir süreç olacağını düşünmüştük. Bunun tam tersine bizi kucaklayan depremzedelerle karşılaştık. İnsanların bununla nasıl baş ettiklerini gördük. İnsanların duygularını aile üyeleri yerine bizlerle paylaşarak rahatladığını gördük. 'Sizinle ilk kez güldüm, ilk kez ağladım, rahatladım' diyerek sarılan kişiler oldu. Bizi motive eden kelimeleri duyduk. Onlar ihtiyaç sahibiyken, 'bir şeye ihtiyacınız var mı, kalacak yeriniz var mı' diyerek bizi çok güzel karşıladılar. Çadır kentlerde gözlemlediğim önemli durum, engelli çocuğu olan, yaşlısı olan kişilerdi. Bir şekilde bazıları tekerlekli sandalyeye ulaşmış; ama halen daha ihtiyacı olan kişiler vardı. Hepsinin tek dileği, özellikle konteynere yerleştirilmede kendilerinin öncelikli olması. Engelli bireyin bakımını çadır kentte üstlenmek gerçekten çok zor" diye konuştu.