Harf devrimi; iddialar ve yanıtlar

BEN HABER/

Osmanlı Devleti çok uluslu bir imparatorluktu ve toplum düzeni din esaslı bir yapı üzerine oturtulmuştu. Yani Osmanlı’daki millet sistemi toplumu ya Müslüman ya da Gayrimüslim olarak görmekteydi. Bu nedenle toplumda herkes dinlerine göre yaşar ve devlet de bu farklılıkları Hz. Muhammed dönemindeki Medine Sözleşmesi’ndeki Yahudilere verilen ayrıcalıklar mantığından hareketle bu farklılıkları hoş görürdü.

Osmanlı ülkedeki bütün dinlere serbestlik vermişti. Ama bu hiçbir zaman Laiklik değildi. Bu hoşgörü idi evet ama aslında o dönem toplum dini bakış açısıyla tamamen birbirini öteki olarak görmekteydi. Giyilen elbiselerin renginden, başa giyilen fes veya şapkadan veya kullanılan harflerden bile ötekilik son noktadaydı ve “dinlere saygı olmasına” rağmen insanlar tamamen birbirinden farklı ve birlik içinde olmadan yaşamaya devam etmekteydi. 

Falih Rıfkı’nın küçükken babasını muayeneye gelen gayrimüslim doktorun kafasından çıkardığı şapkaya dokunmak istemesine, bakıcısının eline vurarak verdiği “günah elleme” tepkisi aslında dini olmayan sembollerin “nasıl dini bir noktaya getirildiğine” de açık bir örnektir. Bu durum aynı şekilde harfler üzerinden de aynı mantıkta hüküm verilmesine neden olmuştur. 

Osmanlıd'aki Müslüman olan ve okuyup yazabilen kesim medreseye gitmekte ve yalnızca Arap harflerini ve Arapça’yı öğrenmekte, gayrimüslim olan ve okuyup yazabilen kesim de ya yabancıya ya da azınlık okullarına gitmekte ve Latin harflerini ve Fransızca veya İngilizceyi öğrenmekteydi. Bu nedenle din esaslı toplumdaki algı da buna göreydi ve “Arap harfleri Müslümanlar için, Latin harfleri ise Gayrimüslimler için” algısı yaratılmıştı. Bu algı gayrimüslimlerde din üzerinden gitmese de Müslümanlar açısından Kuran’ın Arapça ve Arap harfleriyle olması nedeniyle tamamen din üzerinden gitmekte ve Arap harfleri kutsal olarak görülmekteydi.

Bu harfler üzerinden giden ayrışma, özellikle liman kentlerindeki yabancıların da artmasıyla ve kurdukları şirket, liman ve demiryollarında da Latin harflerini kullanmaları nedeniyle bu harflerin, Müslümanlarca gayrimüslimlere atfedilmesi nedeniyle tamamen görünür hale gelecektir. Dışarıdan bakan ve okuma yazması olmayan Müslümanlar için artık Latin harfleri, Müslüman olmayanlar içindi ve kafası da bunun dinle  ilgisinin olamayacağını anlayacak durumda değildi. 

Bu noktada Latin harflerinin bir gecede gelmediğini ortaya koymamız şarttır. Bu yukarıda yaptığım ön açıklamadan giderek Osmanlı'nın birçok kentinde reklam ilanlarında, gazete ve dergi başlıklarında, kartpostallarda, biletlerde yazı dili olarak okuma yazma bilen Müslümanlar için Arap harfleriyle Türkçe, okuma yazma bilen Gayrimüslimler için de Latin harfleriyle TÜRKÇE hep birlikte kullanılmış ve kolaylığı da anlaşılmıştı.

Tren istasyonları adları

Rakı ilanı

Bu süreç içerisinde Latin harfleri, açılan çağdaş-batı tarzı okullarda okuyan Müslümanların da yabancı dil öğrenmesi sayesinde Müslüman kesim tarafından da öğrenilmeye ve kolaylığı da anlaşılmaya başlanmıştı. Bunlardan biri, yazı devriminin gerçekleştiricisi olan Mustafa Kemal Atatürk idi ve daha 1915 yılında da arkadaşı Madam Corinne’e yazdığı mektuplarda Latin harflerini Türkçe olarak kullanmıştı. 


Ayrıca Osmanlı’da artık 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Arap alfabesinin yetersizlikleri anlaşılmaya başlanmıştı. Bu konuyu ilk defa ele alan Ahmet Cevdet Paşa Kavaid-i Osmaniyye (1851) adlı gramer çalışmasında, Münif Paşa da 1862’de verdiği bir konferansta “alfabe konusundaki görüşlerini” dile getirmişler ve mutlaka düzeltme yapılmasını önermişlerdi. 

O süreçten itibaren bu konuda yapılan çok çalışma maalesef yeterli olmamıştı. Bu süreç, 1923 yılında İzmir İktisat kongresinde işçi delegesi Ali Nazmi Bey’in Latin harflerine geçişi önermesi ve Cumhuriyet döneminde de 1925 yılından itibaren gazetelerde Latin harfleri ile ilgili yazıların çıkmasıyla daha da hızlanacaktır.

Nihayet önce BATI rakamlarının alınması, ardından 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun"un kabul edilmesiyle de devrim gerçekleştirilecektir. Kısa süreli bir zaman diliminde gazetelerde hem Arap harfleri hem de yeni Türk harfleri ile birlikte kullanılmaya başlanmış ve görülmedik bir seferberlikle halka yeni harfler öğretilmeye başlanacaktır. Bütün duvarlarda, geceleri ışıklı panolarda ve gazetelerde boy boy yeni harflerin halka tanıtıldığı, okullarda yedisinden yetmişe kadınından erkeğine herkesin kendiliğinden yeni harfleri öğrenmek istediği, halka tanıtmak için Harfler adıyla marşın yazıldığı bu süreçte özellikle Maarif Nazırı Mustafa Necati’nin katkılarıyla oluşan Millet Mektepleri ile harfler büyük bir kesime hızla yayılacak ve okuma yazma oranının artması sağlanacaktır. 

Okuma yazma oranı 1924 yılında dönemin Maarif Nazırı olan Saracoğlu Şükrü’nün Meclisteki konuşmasında belirttiği şekilde “%2-3” idi.  1927 nüfus sayımı rakamlarına göre de 13 milyonluk nüfusun “1.111.496 okuma yazma bilen- 12.517.992 okuma yazma bilmeyen oranına göre %7-8 idi. Yani yeni harfler bizi CAHİL bırakmamış tam tersi CAHİL olunduğu için yeni harflere gereksinim duyulmuştur. O dönemde en yüksek oranın İstanbul’da %21, en düşük oranın da Amasya’da %0.73 olduğunu ve bir de harf devriminden 7 yıl sonraki 1935 nüfus sayımında bu oranın %28’lere çıktığını düşünürsek günümüzdeki tarihçi olmayanların “yeni harfler bizi cahil bıraktı” yalanının nasıl akıl ve gerçek dışı olduğunu görmüş oluruz.